Gülmeyi Bilememenin Gülünçlüğü

“Neden gülüyoruz?” un teorisi yok. Olmayacak da. Bu gülünç değil. “Neden gülmüyoruz?” teorisi var mı? Bu gülünç. İnsanı anlamak istiyoruz. Her şeyini anlamadan, gülmesini anlamak istiyoruz. İnsanı çepeçevre, belli bir açıdan görebilen teori gülmeyi anlayabilir. Böyle teori denemeleri çok az. İnsan gülmesine gülmeyi bilmediği için, henüz doyurucu bir gülme teorisi geliştirememiş.
Bu yazının sınırları içinde, yazıp bitirdikten sonra epey güldüğüm bir teori denemesi yapacağım. Ayrıntıdan, temellendirmeden biraz yoksun teori olacak. Gülme teorisi gülünç olabilir. Olabilir mi? Gülmek çok ciddi bir insan etkinliğidir. Anlaşılması, ona karşı takınılacak tavrın uygunluğuna bağlıdır.
İnsan neyiyle güler? “Neden gülüyoruz”un yanıtına ilk adım bu soruyla atılabilir. İnsan bedeniyle güler. Bedeni güler insanın. Ağzı açılır, yüzünde gülmeye uygun çizgiler oluşur. Kasları harekete geçer. Gülmenin elektriği titretir bedeni. Her türlü gülmeye beden katılır. Bedenin katılmadığı gülme olamaz.
Beden kendi kendine gülebilir. Kimi ruhsal bozukluklarda, gülme krizine yakalanabilir beden. Duyguları, aklı, çevreyle olan ilişkisini unutarak gülebilir beden kendi kendine. Bedenimizle gülme, bu yalıtılmış haliyle, gıdıklamada da kendini gerçekleştirebilir. Beden kendi kendine güler gıdıklamada. Bir anlamda “histerik krizler”de de kendi kendine güler. “Ben gülmüyorum, bedenim gülüyor” demeyiz pek günlük yaşamımızda, ama beden güler. “Ben gülmüyorum, göbeğim gülüyor!” “Ben gülmüyorum, …. gülüyor!” Beden bu, kendine göre bir düzeni, bir mantığı vardır; güler güler kim ne karışır. Yine de aklımızla, toplumsal çevreyle çatışabilir, beden gülmesi! Bundan sonra, gülerken dikkat etmeli: Neyimiz gülüyor? Bedenimiz mi? Bedenimizin hangi parçası? Bedenimiz elbette her türlü gülmeye katılır, yalnız mı gülüyor, kendi kendine mi gülüyor, bunu sormalıyız. (Bedenimizin katılmadığı gülme var mıdır? “İçimden güldüm” diyebilir miyiz? Kimi zaman bedenimizin gülmesini gizlediğimiz durumlar olabilir. “İçimden güldüm”, bedenin katkısının gizlendiği gülmedir.
Duygularımızla da güleriz. Küçümseyici gülmelerin, kızgınlık, öfke sonucu “gergin” gülmelerin bir ucu duygularımıza uzanır. Bedenimiz gibi duygularımız da, bütünselliği olan, dört dörtlük gülmelerde hep bulunur. Duyguların yer almadığı “soğuk” gülmeler de söz konusu olabilir. Bedenin kendi kendine güldüğü durumlarda, duygunun olmadığını söyleyebiliriz. Belki akılla güldüğümüz kimi durumlarda da duyguların gülmede etkin olmayışını gözlemleyebiliriz.
Gülmenin hası, aklın katkısının olduğu, aklın yargıladığı gülmelerdir. “Dünyaya baktım da güldüm aklımla.” Gülmek, akılla ilgili noetik bir davranış olarak, aklın bir olanağıdır. Akıl, gülmeyle görür, düşünür. “Düşündüm, düşündükçe anlamaya başladım, anladıkça gülmekten kendimi alamadım.” Gülmek, akla, aklın serüvenine duygu ve bedenin katılmasıyla gerçekleşiyor. Bu anlamda, bir bütünleyici rolü var gülmenin; gülmenin gücüyle donanmış bir düşünme süreci, elbette mizah duygusuna sahip insanların bir başarısıdır. Anlamlı gülmeler, keskin düşünme başarılarının, duyarlılıklarının ardından gelir. Burada başarı, başarısızlığı fark etme anlamına da gelebilir.
Bedenimizle, duygularımızla, aklımızla güleriz. Unutmayalım bir de çevremizle güleriz. (Çevremize güldüğümüz de doğrudur!) Çevremiz doğal, tarihsel, toplumsal, siyasal, ekonomik… boyutlardan oluşur. Bundan dolayı, gülünç olan, çağdan çağa, toplumdan topluma değişir. Gülme, bir yanıyla içinde bulunulan ortam tarafından öğretilir. Büyüklerime baka baka öğrenirim, nelere, nasıl gülüneceğini. Örneğin küçümseyici gülme, toplumsal etkileşimler sonucunda, bireyin duygusal-bedensel bir tepkisi olarak öğrenilir, aklın yargısı da vardır bu gülmede, karşımdakinin beş para etmeyen biri olduğunu düşünürüm belki de.
Peki neye güleriz? Gülünç olana. Nedir gülünç olan? Gülünç olana güldüğümüz doğru mudur? Her gülme, gülünç olana gülme midir? Örneğin, bedenin gülmesi, rahatlamak için gülme, gülünç olana gülmek midir? Elbette değil. Gülünç olan “kavramsal” olarak belirlenebilecekse, daha çok “aklın”, aklın da katılmasıyla çevremizin, duygu ve bedenimizin gülmesiyle ilgilidir. Bedenin gülünç bulduğunu aklımızın anlaması zor olabilir. (Gıdıklanınca neden gülüyoruz? Neden kimi zamanlar “gülme nöbeti” tutuyor bizi? Keyiflendiğimiz zaman neden olur olmaz yere gülüyoruz?) Kimi zaman bir çevrenin gülünç bulduğunu, “aklımız” gülünç bulmayabilir. “Neden gülüyor bunlar yahu” diyebiliriz.
(İnsanı bu dört boyutuyla ele alıyor oluşum, onu parçaladığım anlamına gelmemeli. İnsan bu dört ögesiyle bir bütün. Ayrımı, yalnızca çözümleme amacıyla yapıyorum.) Bedenin “gülünç”ü, duygunun “gülünç”ü, aklın “gülünç”ü kimi zaman birbirinden ayrılabilir. (Çevrenin “gülünç’ü de!) Ben, akıl yoğun “gülünç”ü temel alan, insanı insan yapan dört ögenin katılımıyla dört dörtlük bir gülmenin “gülünç”ünü arıyorum.
Dört dörtlük gülme, gülmelerin hasıdır. Bizi biz yapan dört ögenin, bedenin, duyguların, aklın ve çevrenin zenginliği, coşkusu, bütünlüğü ile gülebilmek, bir gönül işidir; insan gibi insan olmak başarısıdır. Yalnız çevreyle gülmek, çevreye gülmek, bir bölümüyle alışkanlıklarla, taklitle gerçekleştirilebilen gülmedir. Örneğin, toplumun bir kesiminin kendiliğinden gülünç olduğunu düşünerek (örneğin Karadenizli’ler ya da İrlandalı’lar gibi…) gülmek. Bence eksik gülmedir. Bedenle gülmek de eksiktir. Duyguların, salt duyguların ateşiyle gülmek, aklın ve kültürün katılmadığı, bana tam olgunlaşmamış bir gülme gibi gelir. Yalnızca aklın gülmesi ise kuru olabilir.
Gülünç olanı, bedeni, duygusu, aklı, çevresiyle bir bütün olarak yaşayabilmek, işte asıl gülebilmek bu.
Nedir gülünç olan? Bir bütün olarak yaşanan gülünç nedir?
Gülünç, bir ilişki sonucunda algılanır. Her gülme, bir gülme durumunda gerçekleşir. Gülme durumu, iki ayrı dünya arasında sürekli kıvılcımlarla yaşanır. Bu dünyalardan birisi olağan dünya, diğeri olağan dışı dünyadır. Gülünç, bu iki dünya arasındaki arktan oluşur. Ark sözlükte “elektrikte birbirine yakın zıt yüklü iki elektrot arasındaki boşlukta, bir elektrottan ötekine akım geçerken oluşan kıvılcım demeti ya da ışık”diye geçiyor. Burada elektrotlar, olağan ve olağan dışı dünyalardır. Olağan dünyada gülme yoktur. Hayvan olağan dünyada yaşar. Çevresinin içinde kalır, onu dönüştüremez. Oysa insan olağan dünyadan olağan dışı dünyaya sıçrayabilen, iki dünya arasında kıvılcım oluşturabilen, ark yapabilen varlıktır. İnsan neden şiir yazıyor, felsefe bilim yapıyorsa, ondan dolayı da gülüyor! İnsanın gülmesinin ardında ark yapması yatıyorsa, bu olağan dünyadan, ona verilmiş olandan çıkabildiği içindir. Olağan dünyada gülünç yoktur. Bir fıkraya, bir insana gülüşümüzde (dört dörtlük gülmelerin çoğunda!) bu dünya ile bir başka dünyayı mukayese etmemiz yatar. Kürsüden olanca ciddiyetiyle vaaz veren rahibi çırılçıplak düşünmem beni güldürür; bu dünyadan, olağandan olağan dışına (çıplak rahip!) çıkmam, gülünçlüğü oluşturmuştur. İki dünya arasındaki kıvılcım akışı, ark, bende gülmeyi yaratmıştır. İnsan olağanın ötesine geçebilen bir varlık: Bunun için gülüyor. Bunun için sanatı, bunun için bilimi, bunun için inançları, umutları var. Gülebilmemiz ve kültür yaratmamız, bilim, sanat, din, felsefe aynı kökenli! Gülünç değil mi? Gülmesek insan olmayacaktık, kültürü yaratamayacaktık!
Gülünç olan önümüzdedir, görebilirsek. Her şeye gülünebilir. Belli bir gülme yakınlığı (gülme uzaklığı da!), gülme açısı ve gülme hâli içinde isek. O zaman gülme arkı çalışır, olağan dünya, başka bir dünya ile bağlantıya geçer, iki dünya arasında gidiş gelişler başlar, kıvılcım çakar. Hayatımızın tekdüzeliği, ciddiliği, sıkıcılığı içinden gülme arkıyla sıçrar, dışarıdan bir noktadan hayatımıza bakabiliriz. Bir gülme kulesinden örneğin. Gülme arkı, böyle bir kuleden baktırabilir bizi, işte o zaman gülebiliriz ağlanacak hâlimize.
Olağan dışı dünyaya geçişlerle, arklarla gerçekleştirilen gülme, olağan dünyayı daha yaşanır kılıyor, çirkinlikleri, haksızlıkları, zulmü ortadan kaldırıyorsa anlamlıdır! Güle güle battığımız gaflet bataklığı, dört dörtlük gülmelerin bir sonucu olamaz. Gaflet, bütünleşememiş gülmelerin, yalnızca beden, yalnızca duygu, yalnızca akıl, yalnızca çevre ile ortaya çıkan gülmelerin sonucu olabilir ya da bunların başarısız birleşimlerinin. Gülüyorum: Çünkü sorumluyum.
Gülüyorum çünkü özgürüm. Özgürlüğü gerçekleştirecek özgürlüğüm var. Gülebiliyorsam, bu, hâlâ umutlarımın var olduğunu, hâlâ kendimi aşma gücümü taşıdığımı gösterir.
Deli deli gülmeler, kıkırdamalar, bir top ateşi gibi kahkahalar… Gülme, insan olmanın çekirdeğinde. Onu da yozlaştırmışız. Her şeyi yozlaştırıp, kokuşturduğumuz gibi.
Hâlâ insan olmak için gülmeyi bilmiyoruz, ne gülünç değil mi?